19 Haziran 2012 Salı

Ok~Yunus



  Alıp götürmüş raylarda zedelenir olmuş,

  Kararlar verilmiş, hükümler yutulmuş,


  Damlar şimdi gökyüzünden kar taneleri,


  Uykusuz..

  

   o kadar çok ki, tahammül etmeye  uyuşturulmuş


Hissettiği kendi teninin örtüsünden başka bişey olmayan

  


  ve ben..



Alıştığım yollar, tanıdık yüzler değil artık,

  

  eskidiler ama bununla kalmadı değiştiler,


 Sorarken bulmadım mı kendimi?


Hem yüzlere hem kendime


‘’Kimdi değişen?’’ diye




  
 
   Kendim bile inandım oysa, uslu yalanlarıma
Dar sokak kalıplarıydı acemice oynanan yerler
Az geliyor şimdi kelimelerime
   Sığmıyor şimdi çıkmaz sokaklara
Anlatamam duvara çivilenmiş kapalı kapılara

An’ımın kıymeti, farkındalık bu olsa gerek!


   Şıklar verilmişti, cevapları  barındırmayan şıklar

Soruları bilenleri hiç bilmedim ben, kendini merkezde sayanları çok bildim

  Çapına bakmadan dalgalı koordinatlardan oluşturulan merkezler

Belirsiz radyanlarda döner hacimden oluşan altıgenler


   Evet 6 gendi bunlar..

Sağa sola git hep aynı

İçerde de dışarıda da

   Buruk ve hissiyatsızlıklar

Ben öyle olmasını istemedim…

   Kaybolduğum gecelerde aradım seni

Bazen buluyor gibi oldum,

Sönük ve ölü olduğun halde, gerçek bir yıldız görüntüsünde


Yanılsamadan ibaret olduğunu anlayamadım...









Toprağın ayaklarımı kırbaçlayışını sen de duyuyormusun?


Yerin en dibine batmışken, gökyüzünü içime sığdırabilecekmiş gibi içime çekişlerime

Sen de gülüyormusun?


Üşümüyorum içim kalın deyişlerime, inanıyormusun?

Özlüyorum hem de çok derken ki tavırlarıma, aldanıyormusun?


 

Yerinkinden çalıp, kalın topraklar attım üstüme

Şimdi ayaklarım üşüyor

Üstümdeki topraklar, yıkamadığım duvarları örüyor başıma


   Her yanım ayrı, ayaklarımın altı haricinde

   Her yarım aynı, boş tuğlalara dönüşmüş


İçinin doluluğu belli olmayan toprak parçalarını oluşturuyor bana

 

 

 

    İçimi kavuran serin yaz akşamlarının çocuksu yorgunluğunu özlüyorum


    Terli ve suçlu mahrur bakışlarımı


    Annem farketmesin diye kaçışlarımı

    Gerçek beni, saf beni….


    Gitmek isteyip de gidemediğim duraklara uzaktan bakıyorum şimdi



      Ve öğreniyorum, denk geldiğim duraklarda arzuladığım şeyleri görebilmeyi


      Zor olmasına aldırmamayı


      Kendi büyütüp yetiştirdiğim sevimli ama acı bir tohumken,

  Artık filiz vermeyi başarmış ve kokuşmuş kolpa bir tezek olduğumu....






Apansız


Başladı yeniden tedavüllerin son akımı


Market önleri dolu dizgin


Kağıt parçaları havada


‘’Hangi gazete küpürü acaba?’’, soruları soran gözler üzerlerinde


Uçuşuyor oradan oraya seslerle birlikte


Yalnız adamlar kol geziyor dört bir yanı


Kim oldukları meçhul


Bilinmeyen yazılar yazıyorlar


Konuşurken ıslık çalıyorlar


Meçhul adamlar takipteler


Islanmış alınlarından boşalıyor söyleyemedikleri


Göz göze geldiğimde


Çok zor değil okumak yazılmayanları


Bazen tek bir şey yetiyor, her nedensiz ve ne olursa


Birileri iz peşinde,


Sessizliğin izi,


Alışılmışlıkların takibi


Izdırapsız peşindelikler bunlar


Adı konamamış adilikler


Apansız sis hislerinde takılı kalan


Amansız takipler.. 

2 Nisan 2012 Pazartesi

Epileptik Kölenin Masum Avantajı


Bir sır vardır, kimsenin bilmediği. Koşup ardından çığlık atmak istediği


Sadece duymak istiyorsundur, anlam aradıklarını..


 sokulduğun yalnızlıkta.. 


Acısı ağır da olsa, katlanmalı olduğun zorunluk


Unutup yeniden dirilmek. 


Yeniden doğmak belki, topu topu 3 ya da bilemedin 5 dakikada oluverir herşey.. 
 ve sen o sürede doğar, o sürede ölürsün...


Zirve'dir O an. 
Birdaha hiç ölmek istemezsin, işte bu dersin.. 
bulduğun ve sonsuz olduğunu sandığın 3 ya da bilemedin 5 dakikada, 
 ölüm bu olmalı dediğin sonsuz sandığın anların toplamında...


Malup olduğun anda, aslında galibin sen olduğunu anlarsın.. 


mutlu olursun tıpkı çocuk gibi, 


 ''kazandım'' diye bağırırsın


 ''acaba duydular mı, çok aptalca'' diye endişelenirsin


 ''yoksa öldüm mü, peki bundan sonra?'' diye korkarsın




bazen bir ışık, bazen bir renk, bazen bir nefes çarpar suratına hayatın gerçeğini
uyanırsın öldüğünü sandığın hayata, açarsın yeniden gözlerini...


KOCAMAN BOŞLUK- peki bundan sonra? -diye bağırırsın, 
 duymalarını isteyerek hatta yakararak ama duymazlar.


sonra onlar, cevabını duymak istedikleri soruları sorarlar, 
veremezsin çünkü bilmezsin.. onların tanıdığı >Sen< değilsi ki!




ve yeniden anlarsın; 
''cevaplarını senin vermen gerektirdiği hayatına yeniden döndüğünü'' 
yaşadığın şeyin belki küçücük görünen ama sana kocaman gelen bir kriz daha oluğunu....


ve;
 yeniden istersin; -topu topu 3 ya da bilemedin O 5 dakikaya Geri Dönmeyi......

7 Mart 2012 Çarşamba

Affedilmeyen..

   ..Ufkun dimağı, arsızın gönlü 
Umutsuzun kırbacı, at sineği... 
Bilmiyordum, sustum! 

 Ardından AŞK dedim, olmaz dedi... bilmeden ve haddim olmadan sustum. 
 Ardından SEX dedim, gideri olur dedi.. ama belki diye ekledi 
ve ben bilemedim, gene sustum; 
 uykuda, miğferin kokusunu çaldığımda... 


 Konuştu pandoramın çığlığı, usul usul mırıldadı. 
Hakim olamadı ki diline, olmamalıydı zaten.. olduğu hiç görülmemişti ki mahremiyeti saklı da olsa, 
sıraladı harfleri ardı ardına.... 


''Cibilliyetsizsin, hakim olamadığın Tanrılara hükmetme. 
Aldırma savunmacı sanayine, dermanın it gibi yerlerde... 
Hükümsüzsün suskunluğun bundan, sömürme duyguları aklına! Kelimelerin sağır olmuş.. 
 Amenna eyvallahlarında, ucu pamuklu iğnemelerin, oksijenden bile yoksunsun ki, nefes almamı lutfediyorsun! 
Kurudu bak göz pınarlarım, kamburum dahi yerçekiminin emrinde. 
Bırak tavaf olayım semanda, birtaraf olmak ölüm bana.. 
 Yoksulluk diline pelesenk, kudret gözünde mihenk. 
Hadi küfret şimdi arsız dobralığınla. Eyvallah tüm tövbelere, eyvallah karın tokluğuna, eyvallah suallere... 
Şahadet getir simsarlığına, durma... Et ki daha bi güzelleşsin dünya.. et ki azsın yine içteki mana ! 
 Sefaletim razı gelir mi bilmem, bildiğimi unutturduğun yolda... azımsarmı ki insan piyonun şah dediği tablada.. 
 Sorsan ucundayım yüzeyin, baki kalıyor bulantılarım kasıklarında.. dile gelir mi bilmem, ahrin mebali... 
 dedim sana; bir daha etmem o yemini'' düz yolun yayvan bekçisi; 
kırdı fırlattı kalemini yüzüme, aldırmadan hükmü verene attı son bitap bakışı bir damla akıttı dudaklarından, 
döküldü ahenkle bütün zemler dile geldi.. 


'BEN AŞIK OLDUM' dedi. saftı, dupduru ve sonuncu kez gitti... 


 MAHREMİYETİ, 
yoksun yolunmuş yapraklarında bir ağacın gövdesinde, yaşlı gözlerine bakınca ağlayabilecekken.. 
 MASUMİYETİ, 
çıplaklıktı, çırılçıplak! bir daha hiç utanmadan 
 Son miladında ilk ölümü, sağ yanağında soğuk tokadı vurgunun duvarındaki hali, kucağımda cılız bedeni... 
 Kalamadı beklettiği duraklarda daha fazla, kalamazdıki.. soyuldu arsız hırsızın kollarında. 


''SOKULSAN DAHA FAZLA ÇILDIRABİLİRDİM, AĞLAYABİLİRDİM KUYTU ARALARINDA'' 
 aleve çalan son demleriydi ve ağladı sonuncu defa sonsuzu sayamayacağını öğrenerek..... 


 ''so i dub thee unforgiven!'' diye haykırdı, birinin nefesinde! 
 son kez öldü, dans ederek...
     ............................................................






24 Şubat 2012 Cuma

İçimdekileri küçültmeye çalışırken..


 Çok uğraştım.. 


 Kısacık süre zarfında içimde küçültmeye çalıştığım şeyler ne kadar da değişmiş, farkettim.
Bir zamanlar filizlenen küçük şeyler bugün çınar olmuş, bedenimi aşmaya çalışıp sınırlarımı zorluyor olmuş, dayanılmazlık haline gelip tahammül sınırlarımı zorlamış..


 Böyle devam ettikçe yara bere içinde kaldığımı farkedip, çözümler üretmeye çalışılmış..
Ne gariptir ki; şimdi bakınca farkediyorum, çözüm de içimde küçültmeye çalıştığım düşüncelerimden yalnızca biriymiş..
 Mutlu olmanın sırrı, hatta büyük görkemle aradığımı zannettiğim gerçek nedir sorusu bile, içimde küçültmeye çalıştıklarımda gizliymiş..


 Hep eksik olmanın verdiği iğrenç his, hiçbir zamanın parçaları bütünleştiremeyeceğini anlayınca büyük hazza dönüyormuş..
 giden kişiler, geçen zaman dilimleri, yaşanılan yerler, yaşam kaynağın aldığın oksijen her daim değişirken.. içindekilerle kendimin gerçek olduğunu, herkesin kendi küçük hücresinde birer gerçek olduğunu görmekmiş güzellik..


  Umursanmamak ya da umursamamak.. 
 giden ya da kalan..
 beklenen ya da bekleyen..
 özlenen ya da özleyen..
 Hangi kişi olduğunun birbirinden farklı olmadığını anlamakmış..


türlü türlü şeyleri içimde küçültmeye çalışırken ne kadar mazoşistçe davrandığımı farketmekmiş..


bir deveyi fare deliğine girmesi için zorlamaya ne luzum var ki? 


 içimde büyüttüğüm çocukların oynaşmasını izleyerek keyif almakmış hayat ve gerçeğim..
.........................................................

Yol Bu Ya!


...Umutlarıma kıçıyla gülen, koşa koşa gelip koşar adımlarla defolup gitmek ve özlemle yeniden kucaklaşmak istediğim lanet şehir, 

... Orospuluğunu özleyeceğim İstanbul! 

~YAŞAM KİRLENMEMEYE ÇALIŞANLAR İÇİN FAZLASIYLA AĞIRMIŞ~
BUNU ÖĞRETTİN BANA.. 
VE.. 
artık az kaldı hoş çakal demeye....
...


son günlerin hüznüyle o iğrenç havanı ciğerlerime daha derinden gönderiyorum


kalabalıklar arasında daha çok varım, herkesin gözlerinin içine daha derin dalıyorum. anlamsız boşluklar yaratmıyorum beynimin en ücra köşelerine ulaşıp,

sadece yaşıyorum zamanı en anlamsızcasına, dönünce hasretine açmışçasına…
artık hayallerim dünya üzerinde yol alacak 





hissediyorum..

Bir Irmak yaratmak ve sana ulaşmak istedim, anladım yanlıştı.. birçok şey gibi, birçok saçmalığı hayatıma sokmaya çalışmak gibi

gerçek değilim ki bir Irmak olabileyim.. 

bir maske taktım, denedim seninde deneyebileceğini hayal ederek

hissediyorum..

sen de gerçek değildin

artık rüzgarın savurduğu yollarda

bambaşka gözlere dalıp, kalabalıklar arasında farklılık arayıp, hepsi birbirinden farklı kokulu havayı ciğerlerimde hissederek soluyacağım

beynimin en ücra köşelerine ulaşıp mutluluğu keşfedeceğim

hissediyorum..
kuruttum şimdi sildiğim son yazımın başlığını


'Yol Bu Ya' diyerek atıyorum imzamı..
...................................

23 Şubat 2012 Perşembe

Maide ki Yokluk..




 Akıtırmıydı kanını son damlasına..
 derin dehlizlerin kapısını araladığında

 Güneşinden damlayan bin ateş
 karlarında eriyen bir kalp

 Söylermiydi en güzel şarkıyı..
 aradığını bulamasa da

 Soğuktu dünya, bir mağaranın iniltisinde
 yalandı düşünce, bir ormanın kuytusunda
 diz çöktü aşk, everestin tepesinde
 su oldu, buz tuttu orak arazide
 leş oldu, mezarı başında
 makyaj oldu hayaletin gölgesinde..

 Yaydı kokusunu, buğu oldu yellerine

 Saklı dururmuydu...

 Alçak dağlarda, bir çocuk
 kıvranmış çözülmüş bağları
 birşey var kimsenin bilmeye tahammül edemediği,
 birşey var herkesin bilip duyamadığı ses misali,
 yavaş ve soğuk unutamadığı çığlıkları beraberinde..

 Bir çocuk, simsiyah gözyaşları eşliğinde
 hayal olurmuydu
 nefretin karşısında..

 Uzundu kelime boşlukları, kendi okyanusunun maisinde
 sadeydi muzdarip bakışları, solgunluğu sayesinde
 itaat etti aşk, dinmeyen itirazlarına
 unutmadı, gördüğü her yüzdeki anlamsızlığı
 anımsadı, yankılanan her sesi boşluğunda 
 sustu, yeraltının köhne özgürlüğünde..

 Ölebilirmiydi..
...............................................