19 Haziran 2012 Salı
Apansız
Başladı yeniden tedavüllerin son akımı
Market önleri dolu dizgin
Kağıt parçaları havada
‘’Hangi gazete küpürü acaba?’’, soruları soran gözler üzerlerinde
Uçuşuyor oradan oraya seslerle birlikte
Yalnız adamlar kol geziyor dört bir yanı
Kim oldukları meçhul
Bilinmeyen yazılar yazıyorlar
Konuşurken ıslık çalıyorlar
Meçhul adamlar takipteler
Islanmış alınlarından boşalıyor söyleyemedikleri
Göz göze geldiğimde
Çok zor değil okumak yazılmayanları
Bazen tek bir şey yetiyor, her nedensiz ve ne olursa
Birileri iz peşinde,
Sessizliğin izi,
Alışılmışlıkların takibi
Izdırapsız peşindelikler bunlar
Adı konamamış adilikler
Apansız sis hislerinde takılı kalan
Amansız takipler..
2 Nisan 2012 Pazartesi
Epileptik Kölenin Masum Avantajı
Bir sır vardır, kimsenin bilmediği. Koşup ardından çığlık atmak istediği
Sadece duymak istiyorsundur, anlam aradıklarını..
sokulduğun yalnızlıkta..
Acısı ağır da olsa, katlanmalı olduğun zorunluk
Unutup yeniden dirilmek.
Yeniden doğmak belki, topu topu 3 ya da bilemedin 5 dakikada oluverir herşey..
ve sen o sürede doğar, o sürede ölürsün...
Zirve'dir O an.
Birdaha hiç ölmek istemezsin, işte bu dersin..
bulduğun ve sonsuz olduğunu sandığın 3 ya da bilemedin 5 dakikada,
ölüm bu olmalı dediğin sonsuz sandığın anların toplamında...
Malup olduğun anda, aslında galibin sen olduğunu anlarsın..
mutlu olursun tıpkı çocuk gibi,
''kazandım'' diye bağırırsın
''acaba duydular mı, çok aptalca'' diye endişelenirsin
''yoksa öldüm mü, peki bundan sonra?'' diye korkarsın
bazen bir ışık, bazen bir renk, bazen bir nefes çarpar suratına hayatın gerçeğini
uyanırsın öldüğünü sandığın hayata, açarsın yeniden gözlerini...
KOCAMAN BOŞLUK- peki bundan sonra? -diye bağırırsın,
duymalarını isteyerek hatta yakararak ama duymazlar.
sonra onlar, cevabını duymak istedikleri soruları sorarlar,
veremezsin çünkü bilmezsin.. onların tanıdığı >Sen< değilsi ki!
ve yeniden anlarsın;
''cevaplarını senin vermen gerektirdiği hayatına yeniden döndüğünü''
yaşadığın şeyin belki küçücük görünen ama sana kocaman gelen bir kriz daha oluğunu....
ve;
yeniden istersin; -topu topu 3 ya da bilemedin O 5 dakikaya Geri Dönmeyi......
7 Mart 2012 Çarşamba
Affedilmeyen..
..Ufkun dimağı, arsızın gönlü
Umutsuzun kırbacı, at sineği...
Bilmiyordum, sustum!
Ardından AŞK dedim, olmaz dedi... bilmeden ve haddim olmadan sustum.
Ardından SEX dedim, gideri olur dedi.. ama belki diye ekledi
ve ben bilemedim, gene sustum;
uykuda, miğferin kokusunu çaldığımda...
Konuştu pandoramın çığlığı, usul usul mırıldadı.
Hakim olamadı ki diline, olmamalıydı zaten.. olduğu hiç görülmemişti ki mahremiyeti saklı da olsa,
sıraladı harfleri ardı ardına....
''Cibilliyetsizsin, hakim olamadığın Tanrılara hükmetme.
Aldırma savunmacı sanayine, dermanın it gibi yerlerde...
Hükümsüzsün suskunluğun bundan, sömürme duyguları aklına! Kelimelerin sağır olmuş..
Amenna eyvallahlarında, ucu pamuklu iğnemelerin, oksijenden bile yoksunsun ki, nefes almamı lutfediyorsun!
Kurudu bak göz pınarlarım, kamburum dahi yerçekiminin emrinde.
Bırak tavaf olayım semanda, birtaraf olmak ölüm bana..
Yoksulluk diline pelesenk, kudret gözünde mihenk.
Hadi küfret şimdi arsız dobralığınla. Eyvallah tüm tövbelere, eyvallah karın tokluğuna, eyvallah suallere...
Şahadet getir simsarlığına, durma... Et ki daha bi güzelleşsin dünya.. et ki azsın yine içteki mana !
Sefaletim razı gelir mi bilmem, bildiğimi unutturduğun yolda... azımsarmı ki insan piyonun şah dediği tablada..
Sorsan ucundayım yüzeyin, baki kalıyor bulantılarım kasıklarında.. dile gelir mi bilmem, ahrin mebali...
dedim sana; bir daha etmem o yemini'' düz yolun yayvan bekçisi;
kırdı fırlattı kalemini yüzüme, aldırmadan hükmü verene attı son bitap bakışı bir damla akıttı dudaklarından,
döküldü ahenkle bütün zemler dile geldi..
'BEN AŞIK OLDUM' dedi. saftı, dupduru ve sonuncu kez gitti...
MAHREMİYETİ,
yoksun yolunmuş yapraklarında bir ağacın gövdesinde, yaşlı gözlerine bakınca ağlayabilecekken..
MASUMİYETİ,
çıplaklıktı, çırılçıplak! bir daha hiç utanmadan
Son miladında ilk ölümü, sağ yanağında soğuk tokadı vurgunun duvarındaki hali, kucağımda cılız bedeni...
Kalamadı beklettiği duraklarda daha fazla, kalamazdıki.. soyuldu arsız hırsızın kollarında.
''SOKULSAN DAHA FAZLA ÇILDIRABİLİRDİM, AĞLAYABİLİRDİM KUYTU ARALARINDA''
aleve çalan son demleriydi ve ağladı sonuncu defa sonsuzu sayamayacağını öğrenerek.....
''so i dub thee unforgiven!'' diye haykırdı, birinin nefesinde!
son kez öldü, dans ederek...
............................................................
Umutsuzun kırbacı, at sineği...
Bilmiyordum, sustum!
Ardından AŞK dedim, olmaz dedi... bilmeden ve haddim olmadan sustum.
Ardından SEX dedim, gideri olur dedi.. ama belki diye ekledi
ve ben bilemedim, gene sustum;
uykuda, miğferin kokusunu çaldığımda...
Konuştu pandoramın çığlığı, usul usul mırıldadı.
Hakim olamadı ki diline, olmamalıydı zaten.. olduğu hiç görülmemişti ki mahremiyeti saklı da olsa,
sıraladı harfleri ardı ardına....
''Cibilliyetsizsin, hakim olamadığın Tanrılara hükmetme.
Aldırma savunmacı sanayine, dermanın it gibi yerlerde...
Hükümsüzsün suskunluğun bundan, sömürme duyguları aklına! Kelimelerin sağır olmuş..
Amenna eyvallahlarında, ucu pamuklu iğnemelerin, oksijenden bile yoksunsun ki, nefes almamı lutfediyorsun!
Kurudu bak göz pınarlarım, kamburum dahi yerçekiminin emrinde.
Bırak tavaf olayım semanda, birtaraf olmak ölüm bana..
Yoksulluk diline pelesenk, kudret gözünde mihenk.
Hadi küfret şimdi arsız dobralığınla. Eyvallah tüm tövbelere, eyvallah karın tokluğuna, eyvallah suallere...
Şahadet getir simsarlığına, durma... Et ki daha bi güzelleşsin dünya.. et ki azsın yine içteki mana !
Sefaletim razı gelir mi bilmem, bildiğimi unutturduğun yolda... azımsarmı ki insan piyonun şah dediği tablada..
Sorsan ucundayım yüzeyin, baki kalıyor bulantılarım kasıklarında.. dile gelir mi bilmem, ahrin mebali...
dedim sana; bir daha etmem o yemini'' düz yolun yayvan bekçisi;
kırdı fırlattı kalemini yüzüme, aldırmadan hükmü verene attı son bitap bakışı bir damla akıttı dudaklarından,
döküldü ahenkle bütün zemler dile geldi..
'BEN AŞIK OLDUM' dedi. saftı, dupduru ve sonuncu kez gitti...
MAHREMİYETİ,
yoksun yolunmuş yapraklarında bir ağacın gövdesinde, yaşlı gözlerine bakınca ağlayabilecekken..
MASUMİYETİ,
çıplaklıktı, çırılçıplak! bir daha hiç utanmadan
Son miladında ilk ölümü, sağ yanağında soğuk tokadı vurgunun duvarındaki hali, kucağımda cılız bedeni...
Kalamadı beklettiği duraklarda daha fazla, kalamazdıki.. soyuldu arsız hırsızın kollarında.
''SOKULSAN DAHA FAZLA ÇILDIRABİLİRDİM, AĞLAYABİLİRDİM KUYTU ARALARINDA''
aleve çalan son demleriydi ve ağladı sonuncu defa sonsuzu sayamayacağını öğrenerek.....
''so i dub thee unforgiven!'' diye haykırdı, birinin nefesinde!
son kez öldü, dans ederek...
............................................................
24 Şubat 2012 Cuma
İçimdekileri küçültmeye çalışırken..
Çok uğraştım..
Kısacık süre zarfında içimde küçültmeye çalıştığım şeyler ne kadar da değişmiş, farkettim.
Bir zamanlar filizlenen küçük şeyler bugün çınar olmuş, bedenimi aşmaya çalışıp sınırlarımı zorluyor olmuş, dayanılmazlık haline gelip tahammül sınırlarımı zorlamış..
Böyle devam ettikçe yara bere içinde kaldığımı farkedip, çözümler üretmeye çalışılmış..
Ne gariptir ki; şimdi bakınca farkediyorum, çözüm de içimde küçültmeye çalıştığım düşüncelerimden yalnızca biriymiş..
Mutlu olmanın sırrı, hatta büyük görkemle aradığımı zannettiğim gerçek nedir sorusu bile, içimde küçültmeye çalıştıklarımda gizliymiş..
Hep eksik olmanın verdiği iğrenç his, hiçbir zamanın parçaları bütünleştiremeyeceğini anlayınca büyük hazza dönüyormuş..
giden kişiler, geçen zaman dilimleri, yaşanılan yerler, yaşam kaynağın aldığın oksijen her daim değişirken.. içindekilerle kendimin gerçek olduğunu, herkesin kendi küçük hücresinde birer gerçek olduğunu görmekmiş güzellik..
Umursanmamak ya da umursamamak..
giden ya da kalan..
beklenen ya da bekleyen..
özlenen ya da özleyen..
Hangi kişi olduğunun birbirinden farklı olmadığını anlamakmış..
türlü türlü şeyleri içimde küçültmeye çalışırken ne kadar mazoşistçe davrandığımı farketmekmiş..
bir deveyi fare deliğine girmesi için zorlamaya ne luzum var ki?
içimde büyüttüğüm çocukların oynaşmasını izleyerek keyif almakmış hayat ve gerçeğim..
.........................................................
Yol Bu Ya!
...Umutlarıma kıçıyla gülen, koşa koşa gelip koşar adımlarla defolup gitmek ve özlemle yeniden kucaklaşmak istediğim lanet şehir,
... Orospuluğunu özleyeceğim İstanbul!
~YAŞAM KİRLENMEMEYE ÇALIŞANLAR İÇİN FAZLASIYLA AĞIRMIŞ~
BUNU ÖĞRETTİN BANA..
VE..
artık az kaldı hoş çakal demeye....
...
son günlerin hüznüyle o iğrenç havanı ciğerlerime daha derinden gönderiyorum
kalabalıklar arasında daha çok varım, herkesin gözlerinin içine daha derin dalıyorum. anlamsız boşluklar yaratmıyorum beynimin en ücra köşelerine ulaşıp,
sadece yaşıyorum zamanı en anlamsızcasına, dönünce hasretine açmışçasına…
artık hayallerim dünya üzerinde yol alacak
hissediyorum..
Bir Irmak yaratmak ve sana ulaşmak istedim, anladım yanlıştı.. birçok şey gibi, birçok saçmalığı hayatıma sokmaya çalışmak gibi
gerçek değilim ki bir Irmak olabileyim..
bir maske taktım, denedim seninde deneyebileceğini hayal ederek
hissediyorum..
sen de gerçek değildin
artık rüzgarın savurduğu yollarda
bambaşka gözlere dalıp, kalabalıklar arasında farklılık arayıp, hepsi birbirinden farklı kokulu havayı ciğerlerimde hissederek soluyacağım
beynimin en ücra köşelerine ulaşıp mutluluğu keşfedeceğim
hissediyorum..
kuruttum şimdi sildiğim son yazımın başlığını
'Yol Bu Ya' diyerek atıyorum imzamı..
...................................
23 Şubat 2012 Perşembe
Maide ki Yokluk..
Akıtırmıydı kanını son damlasına..
derin dehlizlerin kapısını araladığında
Güneşinden damlayan bin ateş
karlarında eriyen bir kalp
Söylermiydi en güzel şarkıyı..
aradığını bulamasa da
Soğuktu dünya, bir mağaranın iniltisinde
yalandı düşünce, bir ormanın kuytusunda
diz çöktü aşk, everestin tepesinde
su oldu, buz tuttu orak arazide
leş oldu, mezarı başında
makyaj oldu hayaletin gölgesinde..
Yaydı kokusunu, buğu oldu yellerine
Saklı dururmuydu...
Alçak dağlarda, bir çocuk
kıvranmış çözülmüş bağları
birşey var kimsenin bilmeye tahammül edemediği,
birşey var herkesin bilip duyamadığı ses misali,
yavaş ve soğuk unutamadığı çığlıkları beraberinde..
Bir çocuk, simsiyah gözyaşları eşliğinde
hayal olurmuydu
nefretin karşısında..
Uzundu kelime boşlukları, kendi okyanusunun maisinde
sadeydi muzdarip bakışları, solgunluğu sayesinde
itaat etti aşk, dinmeyen itirazlarına
unutmadı, gördüğü her yüzdeki anlamsızlığı
anımsadı, yankılanan her sesi boşluğunda
sustu, yeraltının köhne özgürlüğünde..
Ölebilirmiydi..
...............................................
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)